Malumdur ki Türkiye Şark ve İslâm âlemi içinde Avrupa ile en sıkı münasebette bulunan bir memlekettir. Bu, biraz da coğrafi vaziyetten ileri geliyor. Eskiden, Avrupa memleketleriyle hemhuduttu bile. Biz, bu uzak maziden tutturup bugüne kadar devam eden vakaları mevzu-i bahis etmeyeceğiz. Fakat her medeniyet ve her saltanatın tarihi bir mazi ile başladığı gibi, bugünkü Türkiye’nin de varlığında kendini sezdiren mazi izine tesadüf edilmesi tabiidir. Ehl-i salip (haçlı) muharebelerinin en bariz karakteri “dinî” idi. Dinler arasındaki mübarezeyi hayat âlemindeki “yaşamak için mücadele” tarzında tabii bir hadise gibi addedenlerdeniz. Çünkü dini nüfuz, insanların bugünkü kadar şuurlanmamış olduğu bir devrede, böyle şeylere çok müsaittir. Halbuki Garp milletlerinin şuurlandıktan sonraki zamana ait düşünceleri de aynı karakteri haiz gibi görünüyor.
It is obvious that within the Eastern and Muslim world Turkey is a country that has the closest relations with Europe. This somewhat arises from the geographical condition. In the past, Turkey was even contiguous with Europian countries. We are not going to mention the matter of events that has come from the past and continued till today. But as every civilization and every reign starts with a historical past, it is normal to encounter the trace of the past that reveals itself in the presence of today’s Turkey. The most obvious character of crusades was “religious”. We are the ones that assume the conflicts between religions as a normal event in the style of “struggle to live” in life. Because religious credit is so susceptible to that sort of things in a period that people were not became conscious as today. However, the thoughts of the Western nations after they became conscious seem to have the similar character.